Bu Blogda Ara

3 Mart 2017 Cuma

AŞK BAŞKA EVDE (SİNAN AKYÜZ- ALFA YAYINLARI)

Dili sade anlatımı akıcı bir roman. Henüz okuyup bitirmedim sonunun nereye varacağını bilmiyorum. Sıcağı sıcağına gözlemlerimi ve ilk izlenimlerimi aktarmanın uygun olacağını düşündüm.
    Anlaşılır ve kolay okunur bir kitap. Bir radyo programcısının canlı telefonla yayına aldığı dinleyiciler vesilesiyle kadın erkek ilişkileri irdeleniyor. Diyaloglar canlı ve hoş. Verilmek istenen mesaj ve uyandırılmak istenen ilgi ve dikkate sunulan olgular acı ama gerçek, bu sayede çok net olarak ortaya seriliyor. Bu yönüyle bile okunmaya değer olduğunu düşünüyorum. Radyocu Kürşat ana karakter değil fakat romanın akışına katkısı da inkar edilemez. Romanın başlarında Allah sözcüğü yerine Tanrı sözcüğünün kullanılmasını yadırgadım. Sebebi ise toplumun yüzde doksanlık bölümü Tanrı yerine Allah demeyi tercih ettiğini bizzat bilip gördüğüm için. Bir başka yadırgadığım şey kızların bir araya geldiklerinde kafayı çekmeleri, şarap içmeleri ve içkili bir mekanda kız kıza takılıyor olmaları. Belki bir batı ülkesinde bu çok olağan bir durum olsa da bizde fazla yaygın bir şey değil.
    Başkaca roman kahramanımız Eylül’ün taksiciyle olan sohbetinde taksicinin ‘güneye mi gidiyorsunuz?’ diye sorması… İçinde yön belirten bir soruyu bizde değil taksici üniversitede profesör olan bir hoca bile sormaz. Güney, kuzey, batı (doğu’yu istisna tutuyorum bizde onun çağrıştırdığı şeyler farklı ve ızdıraplı olduğundan ‘doğu ve güneydoğu soru ve yanıt cümlelerinde kullanımı yaygındır o dahi bir yönden ziyade yaralı yanlarımızı işaret etmek içindir.) gibi yön belirten sorular ve cevaplar bizde pek yoktur. Karadeniz denir, iç Anadolu denir, ege, ak deniz denir bunların yerine…
   Eylül hanım kızımız birazcık alıktır. Çabucak ağlar, sulu gözdür, duygusaldır… İşi icabı Saruhan’la haşır neşir olmuştur. Eylül biraz saf ve salak ayağına yatar. Yahut da başlarda gerçekten saf ve salaktır. Kendisinden yaşça epey büyük olan bu adam evli mi bekar mı sorup soruşturmadan kendini ona kaptırır. Beyimize doğum günü hediyesi olarak kızlığını verir. Adam tabi ki zevkten ve mutluluktan dört köşe olur. Sonra zaman zuhur eder yakın dostunun cenaze merasiminde ölenin kuzeni olan kadın bu da eşim Saruhan diye koynuna girdiği adamla tekrardan tanıştırılır Eylül.
    Esas kızımız Eylül fena halde yara alır. Kabullenemez, lanetler okur… Saruhan’ı önce kapıdan kovar sonra ne olur gitme diye yalvarır ve sonra bir kere daha kendini onun kollarında bulur. Çok deli aşık olmuştur onu bir kalemde silip atmak şöyle dursun ikinci kadın olmayı kabullenmeye başlar. Saruhan Bey işin ehlidir onun gönlünü tekrar tekrar fetheder. Bizim alımlı çalımlı, seksepalitesi tartışılmaz esas kız bir finoya döner.
   Gerçek aslında şudur: Saruhan Bey 18 yaşındaki kızın bile gözlerini kamaştıracak bir çekiciliğe, özgüvene ve espri anlayışına sahiptir. Cüretkârdır, pervasızdır. Kadınlar için bir cazibe merkezi olduğunun bilincindedir. Onu bu kadar çekici kılan şey aslında boyu posu ve yakışığından ziyade göz kamaştıracak bir zenginliğe sahip olmasıdır. Eylül kız da aslında saf salak biri değildir. Yüzde elli yüzde elli kazanıp kaybetme üzerine bir kumar oynamıştır. Ki o kadar okuyup tahsil görmüş bir hatunun bu kadar gözü kapalı ve alık olması düşünülemez. Kaybederse zaten henüz kazanmamış olduğu bir şeyi kaybedecektir. Bir de kazanırsa hayatının aşkını bulduğu gibi hayal edilemeyecek bir refahı ve zenginliği de kazanacaktır. O yüzden denemeye değer bir kumar olmuştur bu. Roman bu yanıyla da genel geçer bir olguyu da sezdirmeden ifşa etmiş. Aşkın gözü kördür de asla bu kadar da değildir. Herif 44 yaşına girecek ve senin aklına onun çoluk çocuk sahibi bir fani olabileceği gelmeyecek öyle mi?
    Saruhan ve onun gibilerden binlercesi var aramızda… Eylül ve Eylül gibilerden de binlercesi yine aramızda. Roman, ama gerçek. Hikaye ama gerçek. Çantaya girene kadar her kekliğin ötüşü kulağa hoş gelir. Aşk bir alış veriştir. Erkek para verir kadın aşk… Parayı veren düdüğü çalar. Beleş düdük te yok aşkta. Eylül’ün mesai arkadaşı olan fotoğrafçı yavşağının (hak etti karaktersiz. Okuduğunuzda siz belki daha ağır sözler söyleyeceksiniz) ismi Saruhan olsaydı, tipi ve karakteri de birebir onun aynısı olsaydı Eylül kızımız aynı zaafiyeti bu Saruhan’a gösterebilecek miydi? Ya da tersini düşünelim o yavşak onun mesai arkadaşı değil de aynı tip ve karakterle Saruhan’ın sahibi olduğu varlığa sahip olsaydı Eylül’e sahip olamayacak mıydı?

   Roman karakterlerini kınamıyorum. Eylül’ü de, Saruhan’ı da mazur görüyorum. Saruhan Eylül’ü kullanıyor diyemem. Eylül Saruhan’ı kullanıyor da diyemem. Her iki karakter de toplumda tam karşılığı bulunan insanlar. Doğru ya da yanlış yaftası vurmak yanlış olur. Okunmasını tavsiye edebileceğim güzel bir roman. Erkeklerin çoğu kitap okumaz da okuyan kadınların hepsinin mutlaka okumasını tavsiye ederim. Ne nedendir? Bir yerde erkekleri anlama kılavuzu niteliğinde bir kitap olmuş. 

5 Şubat 2017 Pazar

VE DAĞLAR YANKILANDI

       VE DAĞLAR YANKILANDI  (Khaled Hosseini Çev:Püren Özgören  Yayıncı:Everest)
   İlk okuduğum Bin Muhteşem Güneş romanından sonra çok yavan, tatsız, tuzsuz geldi. Okurken çok yoruldum. Kitapla ilgili yorumlara daha öncesinde bakmıştım ve sonunda yorumcuları doğrulayan kanaatlere ben de vardım.
   İlk iki kitabın başarısından sonra bu kitap beni hayal kırıklığına uğrattı. Hemen piyasaya sürelim parsayı toplayalım aceleciliğiyle yazılmış olduğu intibaını veriyor. İç içe geçmiş onlarca hikaye ve onlarca hayat var. Okurken çok yorulduğumu söylemiştim. Kişileri ve olayları birbirine bağlamakta çok zorlandım. Daldan dala zıplayan ve bolca laf salatası yapan bir roman olmuş. Yazarın ilk iki romanında yakaladığı anlatı başarısı ve hikaye ediş üslubu çıtayı epey yükseltmişti. Bu romanda da onlara biraz yakın bir etkileyicilik ve orijinallik bekledim. Fakat aradığımı bulamadım. İte kaka okumayı bitirebildim.
   Romancı hikayeciliğini ve kıvrak zekasını kullanmış ve fakat okuyucuyu da boğmuş bunları yaparken. Romanı okuyup bitiriyorsunuz. Kafanızda cevaplanmamış sorularla, yüreğinizde buruk acılarla baş başa kalıyorsunuz. Tamam iyi bir romancısın, dili ve zekanı güzel kullanabiliyorsun onu da kabullendik. Fakat bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı? Romanın baş aktörlerinden bir olan Nebi Dayı Markos isimli Yunanlıya bir mektup yazıyor. Aman Allah’ım… Bu kadar uzun bu kadar alengirli bir mektubu kim kime yazar? Hangi sabırlı insan bu kadar uzun bir mektuba tahammül eder? Laf salatasının mektup versiyonu…
   En sonunda romanı bitiriyorsunuz. Yaşlı Peri Hala Ağabeyine kavuşuyor. Fakat Ağabey tutulduğu rahatsızlık nedeniyle hasretiyle yanıp tutuştuğu kardeşini tanımıyor bile. Onunla ilgili hafızasında tek bir hayal canlanmıyor. Bunca acıdan ıstıraptan sonra insanın iki kardeşin birbirine sarılıp mutluluk gözyaşları dökmesini okuyucuya çok görmüş.
   Sahi Nebi Dayı’ya ne oldu?
  Savaş sonrası sosyal konulara değinmiş olması güzel. Fakat keşke bu kadar karmaşık olmasaydı. Zengin çocuğuyla oynayan Gholam’a ne oldu? Zengin çocuğu doğru yolu bulabildi mi? Cevapsız sorular ve bitmemiş hikayelerin içinde bocalatıp bırakıyor.
   Şahsım adına bu romanı hele de yazarın ilk romanlarını okumuşsanız bunu kesinlikle okumamanızı tavsiye ederim.
   Kurdun ulumasındaki asalet kanın kokusunu alınca hırlamaya dönüşüyor. Parasal kaygılar ve maddi kazançlar romancının kafasını oldukça karıştırmış. Paranın yenmeyen bir şey olduğunu bu romandan sonra o da anlamıştır umarım.
   Saygılarımla hoşçakalın!

   

22 Ocak 2017 Pazar

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ (KHALED HOSSEINI)

   Uzun zamandır bu tatta bir roman okumamıştım. Daha kitabın ilk satırlarında romanın atmosferine kapıldım. Anlatım, içten ve sade. Birçok romanda karşılaştığım süslemeler, sıkıcı betimlemeler ve roman karakterlerini tanıtmaya dönük abartılı tasvirler bu romanda yok. Karakterler ve olaylar romanın doğal seyri içinde anlatılmış. Bir milletin yazgısı içinde yaşanmış olan binlerce hayat hikayesinden herhangi iki kadının yaşadıkları anlatılmış. Dokunaklı, acıtıcı ve gerçek… Bazen ağlatıyor bazen lanetler okutuyor.
   Roman karakterlerinden Raşit’i boğup öldürmek istiyor insan. Öyle canlı öyle can alıcı bir anlatım var. İki kadın karaktere el uzatamadığınız yardım edemediğiniz için üzüntüye kapılıyorsunuz.  Tarık şimdi burada olsa  Raşit alçağına gününü gösterirdi diyorsunuz. Hikâye enfes, anlatım olağan üstü. Zannederim son bir yılda okuduğum romanların en güzeliydi. Etkisinden uzun süre kurtulabileceğimi sanmıyorum. Meryem ve Leyla’nın kesişen yolları… Raşit alçağının yaptığı akıl almaz eziyet ve gaddarca tutumları… Hayatta bir damla mutluluk tadamadan yitip giden Meryem. Sadakat ve cesaret örneği Tarık… Acı, hüzün, keder ve asla yitmeyen güneş umut…
   Okumam esnasında çaresizliğin ve mecburiyetin zirve noktasında lanet ettim ve kitabı elimden fırlatıp atmak istedim. Okumaya tekrar devam edebilmem için bir on dakika sakinleşmeyi bekledim. Fazla detaya girmeyeceğim. Normalde acılı roman sevmem. Acıtan hikayelerden kaçarım. Fakat bu hakikaten bambaşka bir roman.  İlgiyle okuyacağınızdan ve sizde de büyük bir etki yaratacağından eminim. Detaya girmeme sebebim romanın tadını kendi sözcüklerimle kaçırmak istemeyişimden.

   Uzun süre, kızın sesi çıkmadı.
   ‘Sabaha bir yanıt bekliyor,’ dedi Meryem.
   ‘Sabahı beklemeye gerek yok;’ dedi kız. ‘Cevabım evet.’
               *                            *                                  *
    Gündüzleri kız, üst katta gıcırdayan somyadan, pıtır pıtır ayak seslerinden ibaretti.                                    
  
 ‘Neden bu kadar mutlusun ha? Neye gülüyorsun böyle? Annenin söylediği kadar zeki değilsin. Baban bir ayı, annen bir budala. Bilseydin bu kadar çok gülümsemezdin.’
  
 Azize Meryem’de hüngür hüngür ağlama isteği uyandırıyordu.

‘O minicik kalbini neden benim gibi yaşlı, çirkin bir kocakarıya bağladın ki?’

18 Kasım 2016 Cuma

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ (Ahmet Hamdi Tanpınar)

     Hayri İrdal ana karakter... Onun hayatını ve yaşadığı durumları konu ediniyor. Yan karakter olarak Halit Ayarcı, Hayri İrdal'ı yoğurup şekillendiren adam olarak ortaya çıkıyor. Yerinde ve mantıklı cümlelerle dolu... Satır aralarında hayatın çıplak gerçekleri bariz olarak göre çarpıyor.
     Hayri İrdal'ın şahsında değişmeye çalışan toplumun  yaşadığı sancılar hicivli olarak anlatılmış. Değişmek için çalışan, değişen ama yeniden yeniden kendine dönüşme özlemini de hep yaşayan bir insan Hayri İrdal.
     Orijinal yardımcı ve yan karakterler var bolca.... Mübarek ve Menhus.... Ahmet Zamani, Takribi Mehmet Efendi, Doktor Ramiz, Nevzat Hanım, Cemal Bey, Pakize ve Selma... Bir tane de ölüp dirilen hala var...
     Anlatım akıcı, üslup çok güzel. Aklı zorlayıcı tesadüfler, olaylar ve enfes bir alaya alma ve acı gerçekleri bolca bu alay içinde sıkça dile getirme var. Halit Ayarcı bir ucu, Hayri İrdal diğer bir ucu temsil ediyor. Halit Ayarcı değişime inanan, Hayri İrdal'sa  mantığını susturamadan değişemeyen birini temsil ediyor. Ve Enstitü çarkların nasıl döndüğünü fevkalade ortaya koyuyor.
     Okunması gereken bir roman...  Bir takım hantal devlet kurumlarının resmini eğlenceli bir şekilde gözler önüne seriyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü tasfiye sürecinde de yine büyük bir kurum ve şişkin kadrosuyla varlığını devam ettiriyor. Adı sanı duyulmamış bilmem ne kurumları, bilmem ne müdürlükleri ve ne iş yaptığından habersiz olduğumuz nice devlet dairelerimiz halen varlıklarını sürdürmüyor mu?

     Kitaptan hoşuma giden birkaç bölümün fotoğrafıyla yorumumu sonlandırıyorum. 

15 Kasım 2016 Salı

AKIL OYUNLARI (Roman) Daniel Palmer


   Roman bir intihar sahnesiyle başlıyor. Köprüden suya atlayan kişinin ölmemiş olabileceğini ve bir yerlerde yeniden karşımıza çıkacağını düşündürüyor. Eddie'nin kısa intihar sahnesinden sonra roman, baş kahraman Çarlie üzerinden yürüyor.
   Çok başarılı bir profil çizen Çarlie'nin ailevi sorunları hayatında derin izler yaratmıştır. Babası ve ağabeyi şizofrendir. Erken yaşlarda babası onları terk etmiştir ve annesi tüm ilgisini aynı sıkıntıdan muzdarip olan ağabeyine vermiştir.
   Çarlie en tepedeyken işleri ters gitmeye başlar. Anne Pederson adında bir kadından aldığı mail her şeyin kötüye doğru gitmesinin başlangıcıdır. Olmadık yerlerde kendisi tarafından yazılmış kısa notlar bulur. O ne bunları yazdığını ne de böyle şeyler düşündüğünü hatırlamaktadır. Bu sanrıları ve Anne Pederson'un başlattığı olumsuzluklar onu en tebeden dibe doğru çeker. En sonunda şirket sırlarını satmak, güvenilmez biri olmak suçlamasıyla tüm itibarını kaybeder ve işten kovulur. O kendisini aklama çabasındayken annesinin felç geçirdiği ve komada olduğu haberiyle hastahaneye koşturur.
   Ağabeyi Joe ile aralarındaki soğukluk ve onunlayken aldığı mesaj içeren kısa notlar Joe'yi işaret ederken büyük tatsızlık yaşarlar. Joe şizofrendir ve gözetim altında yardıma ihtiyaç duymaktadır. Jo'nin psikiyatrından yardım almak isteyen Çarlie bir anda kendini akıl hastaları arasında bulur. Artık kendi aklından, muhakemesinden şüphe etmektedir.
   Birisini öldürmüş olabileceğine inanır ve rakip olarak düşündüğü birisinin cesediyle karşılaşır. Kendini polise ihbar eder. Fakat olay yerinde her hangi bir ize rastlanmaz. Ciddi ciddi delirmekte olduğunu düşünmeye başlar.
   Olayların sonuna doğru kendi el yazısıyla yazıldığını düşündüğü metinlerdeki bir harfin her defasında aynı şekilde olduğunu görür ve olayı kavrayıp çözümlemeye başlar. Joe'nin ve psikiyatr Rachel'in desteği onu yalnız bırakmaz. Suyun dibini boyladıklarında ölümle burun buruna gelirler. Buldukları İnvision dahi bir psikopat tarafından yeniden programlanıp yazılmıştır. Ve Joe bu şekilde etki altına alınıp kullanılmıştır.
   Nihayet ona ulaşırlar. Herşeyi kurgulayan kişi eski kumarbaz ortağı Eddie yani romanın başında intihar atlayışını yapan ama ölmeyen sakat bacaklı Eddie'dir. Kurtulurlar ve Eddie bu defa gerçekten ölmüştür. Dört cinayetin işlenmesinde şizofren abi Joe^yi dehasıyla kullanmıştır. Fakat herşey Joe'yi temize çıkaracak kadar açıktır. Bir barda polis arkadaşıyla içki içerler. Joe de Çarlie de gayet iyidir. Çarlie Rachel' le güzel bir ilişkiye başlamak üzeredir. Eddie yüzünden komada olan anneleri de derin bir uykudan uyanmış gibidir.
                               YORUM:
    Akıcı, arı duru bir roman. Kurgusu, sürükleyiciliği ve uyandırdığı merakla herkesin çok rahat şekilde okuyabileceği bir kitap. 10 üzerinden bir puanlama yapacak olursam  helalinden 9 puanı hak ediyor. Okuyucu ister istemez kendisini Çrlie'nin yaşadığı psikolojinin içinde buluyor. Ve bana ne oluyor? diye sormaktan, çıkış yolu aramaktan ve bir köşeye sıkışıp kalmaktan kurtulamıyor.. Roman son elli sayfaya kadar gerilimini koruyor. Adrenalin, merak ilgi ve dehşet kendini hissettiriyor.
    Okumaya değer. Yalnızca birkaç yerde zayıf ihtimale kurulmuşluk hissi oluştu bende. Çarlie'nin klinikten kaçtıktan sonra oda arkadaşı gence tesadüf etmesi gibi...Anne Pederson da ayrı bir muamma... Fakat içine dalınmış olan psikoloji ve akıcı anlatım bunu görmezden gelmeyi kolaylaştıracak kadar güzel...Oldukça beğeneceğinizi ve heyecanla okuyacağınızı düşünüyorum.

13 Kasım 2016 Pazar

MERHABA BURADAYIM!

     Kitap okumayı ve kitaplar üzerine konuşup kafa yormayı seviyorum. İnsanı çekip götüren macera romanlarını, gerilim hikayelerini ve sarıp sarmalayan aşk öykülerini seviyorum.
     Elime ne geçse okurum oburluğunda değilim. Okumaya değeceğini düşündüğüm şeyleri seçip okumayı isterim. Okuduğum kitaplar arasında iyi ki bu kitabı alıp okudum dediğim kitaplar olduğu gibi kendisine verdiğim paraya ve okumak için harcadığım zamana çok acıdığım kitaplar da oldu. Yaşadığımız dar zamanlarda vakit en kıymetli sermayemiz. Beni takip edecek olan insanlara okuduğum kitaplarla ilgili izlenim ve yorumlarla katkı sağlamak isterim. Sanattan, edebiyattan ve felsefeden çok fazla anladığım söylenemez. Vasat bir okur ve dili döndüğünce anlatan bir yazarım.
     Reklam benim işim değil. Ben kitabın damağımda bıraktığı tada ve bana yaşattığı hissiyata bakarım. Anlatımına, kurgusuna ve sürükleyiciliğine bakarım. Beni boğan bir kitabın sizi de boğacağını düşünerek fikrimi eğip bükmeden söylerim. Sevmemiş-sem sevmemişimdir allayıp pullamadan okumaya değmez derim.
    Okuma notlarında bazen okuduğum kitabın aklımda kalan özetini bazen de çarpıcı bir kısmını hikaye edebilirim. Ve her kitap için on üzerinden bir puanlama belirterek not veririm.
     Bu konularda kaleme aldığım ilk yazım olmasından dolayı biraz tutukluk yaşamış olabilirim. Okuma notlarında ve kitap yorumlarında bu tutukluğu attığımı göreceksiniz. Ve sizlerin katılımı ve katkısı daha çok kitapla ilgili düşünce ve yorumlar paylaşmamı sağlayacaktır. Meşhur bir söz vardır: 'Marifet, iltifata tabidir.' Diye... Göreceğim ilgi bana şevk verecektir ve ben kitap seven insanlar için daha fazla içerik sunabilmek için daha çok gayret göstereceğim.
    Şimdiden ilginize teşekkür eder keyifli, dolu dolu okumalar dilerim.